Category Archives: Genel

Merhaba dünya!

Welcome to WordPress.com. This is your first post. Edit or delete it and start blogging!


Ya Gel Yeniden Başlangıcım Ol Yada Benden Git Sonum Ol…

 

     Bugün sana akmak istedi yüreğim.Bilmediğim bir sebepten ötürü gözlerimi güne açtığımdan beri adın aklımda.Yüreğimin beni götürdüğü yere gidiyorum,gidiyorum da kimseler yok orada.
     Kalk diyorum kendime,dön geri.Bırak herşeyi yerli yerinde. Hatta kendini bile… Olmuyor.
     Bişeyler tutuyor beni.Rastgele yürümeye başlıyorum sokaklarda. Kimi caddeler ürkek,kimisi sessiz,kimisi kalabalık. Yürümeye devam ediyorum.Birden kendimi bir kalabalığın ortasında buluyorum,her yerde insanlar.Duruyorum,dönüp etrafıma bakındığımda kimsenin gözlerimdeki yaşları farketmediğini görüyorum.Sen olsan farkederdin, silerdin yaşlarımı. Sen tek başına yapabiliyorsunda bunu, bunca insanın neden gücü yetmiyor? Neden bu kalabalık arasındaki bu yanlızlık hissi. Neden hayata karşı bu küskünlük,neden insanlara karşı olan bu öfkem, neden hayata bu sitem.
     Devam ediyorum yoluma. Sahilde yürürken buluyorum kendimi.Denizi oyun arkadaşı seçmiş bir çocuğa takılıyor gözlerim ve elindeki taşlara. Yanına gidiyorum çokmu seviyorsun denizi? diye soruyorum. Evet diyor. O zaman neden taşlıyorsun onu? diye sorduğumda anlamamışcasına yüzüme bakıyor.
     Sahi insanlar hep neden sevdiklerinin canını yakıyor?
     Gidiyorum ama nereye gitmeli bu karanlıkta.Yağmurda başlamak üzere.Nereye kaçmalı? Derken yağmur başlıyor. Kaçmıyorum.Hani vardır ya bir deyim "İliklerine kadar ıslanmak" diye.Öyle yapıyorum.İliklerime değin ıslanıncaya kadar geziyorum caddelerde.Gözyaşlarım yağmurla yarışırcasına akmaya devam ediyor. Şehri arıyorum cadde cadde. Şehirde seni arıyorum. Duydum ki buradan gideli çok olmuş.
     Neden hala benden gitmiyorsun? Neden şehri terkettiğin gibi beni de terketmiyorsun?
     Karanlıktan korkardım hep.Ben varım korkma derdin.Işığımdın benim.Neden gittin, neden karanlıkta bıraktın beni.Hemde ondan korktugumu bile bile..
     Cevap ver artık sorularıma.Susma yeter. Bu kadar sessizliği kaldırmaz bu yürek.

     Ya gel yeniden başlangıcım ol.Ya benden git sonum ol…

 

 

(ALINTI)….


Bir Gün Baksam Ki Gelmişsin…

 

Bir gün baksam ki gelmişsin…
Bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar.
Gözlerinde bir bitmez, bir tükenmez güzellik
Saçlarında ilkbahar…

Bir gün baksam ki gelmişsin…
Gülüşünde taze serin bir rüzgar
Ellerin yine eskisi kadar güzel
Çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar…

Bir gün baksam ki gelmişsin…
Hasretin içimde sonsuzluk kadar.
Şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz.
Dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar.

Bir gün baksam ki gelmişsin…
Ne yüzünde bir gölge, ne dilinde sitem var.
Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm
Benim olmuş dünyalar…

 

 

(ALINTI)


Unutulmadın Pierre Van HOOIJDONK….

Alt tarafı bir frikik golü işte!… (Hoşça kal gözümün nuru, yüreğimin gülü…)

     Yanımızda duruyordu. Daha sekiz dokuz yaşlarındaydı… Babası bizim gibi sarı lacivert sevdalı… Uzun simsiyah saçları ile bir ufak Fenerbahçeli… Gözlükleri iki numara mıydı? Yoksa üç numaramı ama öyle bir sarı lacivert bir tebessüm vardı ki gözlerinde… Hani en acımasız en vahşi insanı bile insafa getirir cinsinden…
     Maç başlamadan önce bizim yaptığımız suya sabuna dokunmadık fütursuz tezahüratlara arada bir babasının dudakları oynasa da o hepimize ayıplar gözlerle derin kocaman gözlüklerin arkasından bakıyordu…Kim bilir belki babasıyla maça gelmek onun için ne kadar anlatılmaz bir mutluluktu ve kim bilir bizim gibi kocaman adamların onun yaşıtlarıyla oynadığı oyunlardaki gibi Fenerbahçe diye çıldırması ne anlam ifade ediyordu…Heyya heyya Fenerbahçe, Fenerbahçe!… diye bağıran babası yaşında bıyıklı ,kel, göbekli adamlar… Aslında bunların bazılarının spor yazarı, iş adamı, genel müdür, yönetici, müsteşar, gazeteci, doktor, mühendis, subay, kaymakam, savcı, hakim falan olduğunu da bilse kim bilir neler düşünürdü?
     Sahaya çıkarken Fenerbahçe, o ise tribünde nay nay çekiyor zıp zıplıyordu.Yüzündeki o sarının ışığı ile birlikte lâciverdin asilliğindeki gülümseme benim bir Fenerbahçeli olarak onun önünde ruhen eğilme sebebimdi. Maç başlamadan önce dağıtılan ateş böcekleri vardı elimizde… Ona gelmemişti. İstekli gözlerle bakıyor ama nedense babasından çekinceye mi yoksa istemeye utandığından mı söylemiyordu…
     – Al bakalım ablam!… dedim arkadaşlardan aldığım maytabı uzattım…Babasına baktı. Sonra o kalın camlı gözlüklerin arkasından, sadece gözleriyle bir teşekkür savurdu. Babası ise teşekkür ederken duruşuyla ateş böceğini verdiğiniz için değil aslında kızımı mutlu ettiğiniz için teşekkür ederim diyordu.
     Ne yazık ki ikinci yari yakacaksın dediğimiz halde o ben bir “Ateş Böceğiyim” diye bağırmak sabırsızlığıyla daha ilk golde maytabını yakıyordu. Biz kızar gibi yapıyor onun sevecenliğine kıyamayıp yine yanımızdakilerden bir maytap (ateş böceği) alıyor ve babasına veriyorduk ama bu sefer sıkıca tembihliyorduk ikinci yarı yakılacak aman ha…
     Devre arasıydı ve biz bir iki cümle ile sohbet ediyorduk Aysun ablamla…İlkokul 5 ‘e gidiyordu. Ankaralıydılar. Bu maca gelmek için neredeyse bir ay boyunca babasının başına ekşimiş, sızlanmış, inat etmiş. Kendi deyimiyle “Hoydunk frikik atacak o da gol olacak onu görecekmiş”. Babası da kızının bu dayanılmaz ısrarı üstüne maça getirmiş ama ya olay çıkarsa bir şey olursa diye korka korka…
     İkinci yarı bu sefer ateş böceğini zamanında yakıyordu.Golü yediğimizde ilkin ne olduğunun tam farkında olmasa da sonra kötü bir şey olduğunun farkına varıyor. Yine de yüzünden o çocuksu saf tertemiz Fenerbahçe sevgisi taşıyan sarı lacivert tebessüm ve sevinç eksik olmuyordu….
     Şaka yollu takılıyordum “Yediğimiz golü hoydunk attırdı ne diyorsun?”. Doğrusu da oydu maçı berabere getiren golü Van Hooijdonk’un hatasından yiyorduk. O Biraz ukalâ ve çok bilmiş bir tavır takınarak,
     – Ama daha o frikik atmadı ki…Demez mi?
     Neyse beklenen an geliyor Van Hooijdonk frikik kullanıyordu. Ligi geçtim, belki de kariyerinde bugüne kadar en uzak mesafeden attığı ve jeneriklerden düşmeyen frikik golünü Ankaragücü’ ne atıyordu. O vururken belki hepimiz gol olsun diye dua etmiştik ama hiçbirimiz o topun gol olacağına onun kadar inanmamıştık. Ne yalan söyleyeyim o aylardır bu gole bizden çok inanmış şartlanmış belki de kimbilir kaç gece rüyalarında görmüştü. Yüreği günlerce o gol için çarpmıştı. Okulda ki arkadaşlarına kim bilir kaç kere o golün nasıl olacağını anlatmıştı.
     Kim bilir Aysun ablam ömrü boyunca Fenerbahçe’ yi bir daha ne zaman veya ömrü boyunca kaç kere seyredecek ama bildiğim bir tek şey varsa alt tarafı bir frikik golü işte diyeceğimde…
     Değil ustam değil Aysun ablam, benim gibiler için değil…Gönül gözüyle görenlere o kadar basit değil, Fenerbahçe’ye hasret olanlara ömür boyu unutulmayacak bir frikik iste…
    Hoşça kal gözümün nuru, yüreğimin gülü…
     “Sevemez kimse seni benim sevdiğim kadar”
     Biz seni öyle sevdik ki, “sevmek”, “sevda”, “aşk” kelimeleri neyi içerdiklerini unuttular.

 

 

(GÜZEL BİR ANI)……


O Seni Bendende Çok Sevdi…

 

     Gözümden akan yaşları alelacele silmeye çalıştım…Ama o kadar çoktu ki bulaşıverdi her yere…

    Temizlemeye çalıştıkça daha çok batar ya hani ortalık…

    Bir türlü yetişemezsin ya…

    Yetişemedim… 
    Yapış yapış bir özlem doldu ciğerlerime…

    Ve ben ağlaya ağlaya boşalttım ciğerlerimi…
    Kan kaybından kaybettiğim ilk ümit olmayacaktı ya bu. Varsın bunu da kaybedeyim dedim…

     Bir eksik bir fazla fark etmeyecek kadar anlamsızlaşmıştı hayatım bir anda. Birkaç cümlenin, bir dağı nasıl yıkabileceğini gözlerimle görmesem anlamazdım.
     Yüreğim kanadı…
     Kanadı…
     Kaldıramadı sonra, seni kaybetmeyi…
     Kan kaybından ölecek son umudum olacağını biliyordu belki…
    Belki, seni öldürürsem öleceğimi biliyordu…
    Sustu…
    Kendi kendine onarmaya çalıştı. Gücü yetmezdi oysa bilemezdi ki. Bense sadece izledim. Nereye kadar direnecekti ve niye bunca çaba, görmek için. Şimdiye kadar hiçbir şey için göstermediği bu direnci şaşkınlıkla izledim. Kendini yenilemesini, parçalarını birleştirmesini ve sonra geri çekilip gülümseyerek orada duran sana bakmasını izledim. Gözlerindeki aşkı. Gülümsemesindeki gururu izledim.
    Bana dönüp bir kez olsun bakmadı. Benden yardım istemedi ve bana isyan etmedi ilk kez. İlk kez ne yaparsan yap, umurumda değilsin demedi.
    Anladım ki çabası benim için değildi..
     O seni benden de çok sevdi…

 

(ALINTI)


GamzeLerime KurşunLanan TebessümLer…

 

     O Sahte Öykülerinde Ara Yalnızlığını…
     Seni sevip hissetmem için seni sahiplenmem gerekmiyor artık. Yanımda olmasan da seni hissediyorum, seni hissettiğim kadar seninle oluyorum; baştan başa sen oluyorum..
     İlk kez acı çekmeden özlüyorum seni;Sen benim değilmişsin, bunu en çok yalnızlığımda anlıyorum; Sen, seni üzen duyguları, kendi karanlığını seviyorsun.. Sen, seni sevenleri sevemiyorsun.. Sen imkansızlığı seviyorsun, ve imkansızlığın sana çektirdiği acıları.. Oysa hayat bu değil.. Sevmek bu değil..
     Sen asla birinin sahipleneceği olamazsın, izin vermezsin.. Ve asla sahiplenemezsin birini.. Senin sahiplendiğin yalnızca kendi korkuların, büyüttüğün yalnızlığın.. O derin kimsesizliğin… Bana bulaştırdığın kimsesizliğin.. Sevgi nasıl bulaşıcı ise hüzün ve nefrette öyle bulaşıcı.. Şimdi kendimde senin izlerini taşıdığımı görüyorum. Senin karanlıklarında yüzüyorum. Ne kadar kendime kaçsam o kadar seni buluyorum… Ve her seferinde senin boşluğundan çaresiz kendime, kendi çaresizliklerime dönüyorum..  

     Sen beni unutmak için savruldukça, bende seni unutmak için kendi acılarıma alışmaya çalışıyorum…
     Sen şimdi o sahte öykülerinde ara yalnızlığını.. Ancak hayat sahte öykülerde değil, yüzleşmekten kaçtığın gerçeklerde.. Senin gerçeklerin kaçtığın yaşamında; güçsüz yanlarında, öfkende, sevinçlerinde, geçmişinde, baştan başa kendinde.. Korktuğun yaşama dokunuşlarında, duygularında… Bir kez olsun gir kendi gerçeklerinin ve yenilgilerinin arasına.. Ve gör kendini yüreğinin aynasında…
     Seni sensiz sevmeye öyle alıştım ki.. Artık sensizliği sana tercih eder oldu kalbim.. Yarattığım masalımsı kahramanımın yerine kimseyi koyamaz oldu kalbim.. Ne zaman biri bana açsa yüreğini, o derin yaralarım açılıyor önüme.. Beni bırakıp gittiğinde oluşan yaralar hala kanıyor…

 

 

(ALINTI)


Putperest Ailenin ‘Allah’ Diyen Bebeği..

     Bir Batı ülkesinde, birkaç Anadolulu genç, doktora çalışması yapıyorlardı. Bir Asya ülkesinden gelmiş ve köken itibarıyla pagan bir toplumun fertleri olan üç arkadaş da aynı üniversitede doktora çalışması yapmakta idiler.
     Ama bunlar felsefe okuyup ilmî ve fennî araştırmaların içine girince kendi pagan anlayışlarını tamamen bırakmışlardı. Müslüman öğrencilerle tanışınca da merakla durmadan dinî sorular soruyorlardı. Bizimkiler dinî bir okulda okumamışlardı; ama Külliyât’ı iyi mütâlaa etmişlerdi. İnkârcı felsefeden gelen bütün itirazların cevabını Kur’an-ı Kerim’in bu tefsirinde bulmuşlardı. Bu sebeple arkadaşlarının yaratılışla ilgili sorularının cevabı için 23. Lem’a olan Tabiat Risalesi’ne müracaat etmişlerdi. Orada yaratılış ile ilgili dört ihtimal ve yol gösteriliyor. Bunlardan önce sebeplerin üzerinde duruluyor. 

     Temsillerle mesele akla yaklaştırılıyor ve bu akılsız, şuursuz sebeplerin asla yaratıcı olamayacakları gösteriliyordu. Sonra da eşyanın kendi kendine bu düzeni kuramayacağı ve canlıları asla meydana getiremeyeceği izah ediliyordu. Üçüncü ihtimal olarak tabiat konusu ele alınıyor, onun da bu hârika nizamı ve canlıları yaratamayacağı anlatılıyordu. Böylece ilim, kudret ve hikmet sahibi ezelî ve ebedi bir Zat’ın yani Allah’ın her şeyi yarattığı gerçeği kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Öldükten sonra dirilme meselesi ise Onuncu Söz olan Haşir Risalesi’nde yine aklî ve mantıkî delillerle anlatılıyordu.

     Meleklerin varlığı hakkında Yirmi Dokuzuncu Söz, ilmî delillerle meseleyi akla ve mantığa yaklaştıran temsillerle gerçekleri güzel bir şekilde ortaya koyuyordu.
     Bunlar üzerinde sohbetler devam ederken bir tanesi Müslüman olmaya karar verdi. Memleketine gidince de annesine artık Müslüman olduğunu söyledi. Bir yanlış tepki beklerken onun yumuşak bir tavırla “Bak sana bir şey anlatayım…” dediğine şahit oldu ve kulağını ona verdi. Şöyle diyordu:
     “Oğlum uzun zaman benim çocuğum olmamıştı. Pek çok doktora başvurduk bir netice alamadık. Bu sefer kendi tapınaklarımızda dualar ettim, olmadı. Ümidimi artık kesmiştim. Bizim fakir bir Müslüman komşumuz vardı. O kadına gittim. Derdimi anlattım, üzüntümü belirttim.

     Bana ‘Sen hiç Müslümanların mescitlerine gittin mi?’ diye sordu. Ben de ‘Hayır’ deyince, ‘Sen evine git baştan aşağıya iyice bir yıkan da gel.’ dedi. Ben de dediğini yaptım. Beni alıp bir mescide götürdü. ‘Ben namaz kılacağım, sen de benim yaptıklarımı yap. Sonra Allah’a dua ederiz.’ dedi. Namaz kıldıktan sonra beraber Allah’a dua ettik…

     Bir sene sonra sen doğdun. İlk konuştuğun kelime de ‘Allah’ sözü oldu. Ben ‘Oğlum, anne, de!’ diyordum. Ama sen hep ‘Allah’ diyordun… Tabii sonraları unuttun. Ama şimdi Müslüman olduğunu söylüyorsun. Sen zaten doğduğunda Müslüman imişsin ki, ilk sözün Allah olmuş.”
     Bir müddet sonra ikinci arkadaşları da İslamiyet’i kabul etti. Üçüncü arkadaşları “Belki kabirde Müslüman olurum!” diyordu. Ama Müslüman arkadaşlarının cana yakın samimi davranışlarına hayran olup arkadaşlarına katıldı. Sonra da gözyaşlarıyla “Ne büyük bir nimet ve lütuf içinde bulunuyorum, yeni fark ediyorum!” dedi…

 

(ALINTI)


Dünyanın İlk Aşk Mektubu…

 

     Philadelphia Üniversitesi profesörlerinden Hilprecht, 1889 1900 yılları arasında Mezopotamya’nın Niffer Vadisi’nde bir kazı yaptı.

     Bu arada topraktan çıkarılan önemli bir vesika, içeriğinin ne olduğu bilinmeyen çivi yazısı ile yazılmış diğer binlerce levha ile birlikte, kazı yapılan yerin sahibi olan Osmanlı Hükümeti’ne teslim edildi. 70 bin levhanın içine sıkışmış bulunan bu tarihi vesika; 58 yıl sonra, dünyaca ünlü Sümerolog Muazzez Çığ ve Hatice Kızılay tarafından ele alındı.

     Bu taş levha üzerindeki yazının ne anlam içerdiği çözülünce, uzmanlar hayretler içinde kaldılar. Çünkü bu taş levha, dünyanın ilk aşk mektubuydu. Hem de Sümer Medeniyeti’nin en büyük kral ve kraliçesinin aşkını anlatan bir mektup…
     Milattan önce 2300 2500 yılları arasında Mezopotamya’da yaşayan ve şahane bir güzelliğe sahip olan Enlil adında Sümerli bir rahibe, Kral Su-Sin’e aşıktı. Sümerlilerin yeni sene bayramında, tesadüfen kralın gözüne çarparak onunla evlenmeğe muvaffak oldu. Evlendiği gün de aşk ateşi ile, sevgilisi krala bir şiir yazdı.

     Gerçek sevginin sembolü olan şiir sarayda o kadar beğenildi ki, daha sonra o devrin en ünlü musiki üstatları tarafından bestelendi ve kısa zamanda halk arasına kadar yayılarak ebedileşti… Aşkını taşlara kazıtan güzel rahibe Enlil mektubunda şöyle yazıyor:

Güveyi, kalbimin sevgilisi,
Senin güzelliğin fazladır, bal gibi tatlı
Beni büyüledin,
Senin önünde titreyerek durayım,
Güveyi, seni okşayayım,
Benim kıymetli okşayışım baldan hoştur,
Bağışla bana okşayışlarını,
Benim beyim Tanrım,
Benim beyim baygınlığım,
Enlil’in kalbini memnun eden Su-Sin’im,
Bağışla bana okşayışlarını. 
 

     Güzel bir rahibenin 4500 sene önce bir krala çivi yazısıyla yazdığı dünyanın ilk aşk mektubu, İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunmaktadır.

 

 

(ALINTI)


İhtiyar Adam Ve Karısı

 

 

     İhtiyar adam odanın içinde gezinip durdu. Duvardaki eşinin resimlerine takılıp kaldı gözleri bir süre, derin bir iç çekti…
     ”Hey gidi Ferhat Ali heyy! Hey gidi günler! Nerede o daldan dala atlayan gençlik yılları, tuttuğunu koparan, o mutlu baharlar, mutlu yazlar, nerede etrafında fır dönenler? Şimdi şu evde tek başına, kimsiz, kimsesiz. Sesine ses veren yok. Ölsen kim duyar?”
     Aynaya baktı bir süre, avurtları çökmüş, alnında derin çizgiler. Saçı, sakalı uzamış, yüzü kırış kırıştı. Gözlerinde derin ve korkunç bir hüzün vardı.
     Yaşadığı mutlu günleri düşündü Ferhat Ali. Eşi Gülizar geldi gözlerinin önüne. Yüzünde acı bir ifade belirdi.

Göz çukurlarından yanaklarına doğru damla damla yaşlar süzüldü biribiri ardına …
     Bir ömür bütün güzellikleri birlikte soluklamışlardı, birlikte göğüs germişlerdi zorluklara. Üzüldüklerinde beraber ağlamışlardı, sevindiklerinde beraber gülmüşlerdi.
Çocukları olmuyordu bütün dedikodu ve beraberliklerini bozmak isteyenlere inat daha çok perçinlemişlerdi sevgilerini. Neler yaşamamışlardı ki hayatta, neler görmemişlerdi ki bu yalan dünyada.
     Ayırmaya kalktıklarında kimse onların yüreğini yakan tertemiz sevdalarını düşünmemişti. Onların sevdaları evlilikten de öteydi. Söz vermişlerdi sevdalarına , daha önemlisi biribirilerine.
     Gülizar’sız hayat yoktu ihtiyar adam için, onsuz yaşayamazdı, bu Gülizar için de öyleydi. Sevgilerini içlerine gömüp biribirini bırakamazlardı. Aldırış etmemişti kimseye ihtiyar adam, ayrılmamıştı Gülizar’ından. Çünkü yaşarsa onun için yaşayacaktı, sevdası için yaşayacaktı. Çocuğu olmuyorsa salt Gülizar suçlu değildi, kabahat kendisinde de olabilirdi.
     Her defasında İsraf ettikleri, kaybettikleri güzellikler karşısında birbirilerinin gücüne inanarak, sarsılmaz sevgilerinin sağlamlığına dayanarak üstesinden gelip sürdürmüşlerdi hayatını.
En zor koşullarda bile sevgiyi, mutluluğu kazanma ve perçinleme yolunda hep aynı rüyayı görmüşlerdi, hep aynı sızıları duymuşlardı yüreklerinde, aynı pişmanlıkları yaşamışlardı.
Bedenleriyle değil, yürekleriyle aynı yolu yürümüşlerdi. Hiç ihanet etmemişlerdi yüreklerine… Hiç ihanet etmemişlerdi sevgilerine…
… 
     – İki ihtiyar yalnız kalınca tek bir şey söylemeden biribirine bakakaldılar:
Yüreği kan ağlıyordu ihtiyar adamın. Yaşlı kadın gözleri açık hiç kıpırdamadan yatağına büzülmüş yatıyordu. İhtiyar adam yanına uzandı. Yaşlı kadın boynunu uzatıp yüzünü okşayan eline değdirdi. “Zavallı hayat arkadaşım benim artık ikimizde de iş kalmamış” deyip derin bir iç geçirdi ihtiyar adam…
     İhtiyar adam hayat arkadaşını bekleyen büyük acıyı düşünüyordu… Şimdiden bu acıyı yüreğinin taa derinlerinde duyuyordu. Perişan durumuna, yaşlılığına, çektiği acıya yanıyor, elinden bir şey gelmediği için de kahroluyordu. İlk kez yüreği bu kadar sancıyordu…. İlk kez bu kadar çaresiz hissediyordu kendini. Doktorların bir kaç aylık ömrü var demelerine inanmak istemiyordu bi-türlü.
     Dışarda durmadan şimşekler çakıyordu, sessizliği bozan bu gürültüyü duymuyorlardı bile. Anılarına gömülmüşlerdi her ikisi de. Gözlerini alabildiğine uzanan karşı dağlara dikmişlerdi. Sönmeye yüz tutmuş anılar uyanıyordu her ikisinin belleğinde, çok gerilerde kalmış mutluluk günleri canlanıyordu.
     Dalgınlığı dağılmıştı yaşlı kadının, ince bir hüzün soluk yanağından bükülüp dudağının kıvrımına iniyordu. Yüzünün inceliğini, solukluğunu okşadı, elmacık kemiğindeki soluk çillerini öptü ihtiyar adam. Yaşlı kadının gözlerinden iki damla yaş süzüldü. “Öyle yalnız ve çaresiziz ki Ferhat Ali, bizden başka kimse yok içimizde biliyor musun” dedi yaşlı kadın..
     Ortalık kararmıştı. Günün, en bahtiyar insanlarını bile az çok gamlandıran bir saatti. Yıllarca her şeyini paylaştığı ve kalbinden bir parça demek olan bir insanı ölüme terketmek kolay değildi.
     Bütün soruları yanıtsız bırakıyordu ihtiyar adam, ağzını bıçak açmıyordu. Zar zor elindeki bastona yaslanarak kalktı yerinden, iki bardak çay doldurup geri geldi . Yaşlı kadın bir kaç adım ötede kıpırtısız yatıyordu, eski bir yatağın içinde kıvrılmış olarak küçücük bedeniyle…
     İhtiyar adam geçmişteki bütün bu güzelliklerin kıymetini ise Gülizar’ın hasta düştüğünde daha iyi fark etmişti. O ulaşılmaz temiz sevgileriydi ki; gönülleri arasında yıkılmaz köprüler kurmuş. Gözlerine fer, gönüllerine ve ruhlarına aydınlık katmıştı, kapılar açmıştı mutluluklarına.
     Hayat yolunda yalpaladıkları, sarsıldıkları olmamış mıydı? Olmuştu. Çok defa uçurumun kenarından dönmüşlerdi ama bütün bu engeller ve zorluklar vız gelmişti sevgilerinin gücüne.
     Ama şimdi öylemiydi, zaman rüzgâr olmuş, yaprak gibi savuracaktı onları. Güçleri yetmiyordu, her birini bir yana düşürecek, ayıracaktı biribirinden.
     -Yaşlı kadın her gün biraz daha hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Seven kalbi belliki artık bu hastalığa daha fazla dayanamayacaktı.Evinin o küçük odasında hergün biraz daha solmaktaydı. Gözü yaşlı, boynu bükük bir şekilde ölümü bekliyordu…
     Gözlerini kapadı yaşlı kadın, bu küçük odada yalnız kaldığında gözyaşı dökmekten bıkmıştı…
Yinede engel olamıyordu pınar gibi çağlayan gözyaşlarına. İhtiyar adamı düşündü ne yapacaktı zavallı yapayalnız bu dünyada, hastalanınca kim bir sıcak çorba verecekti. Yaşlı kadın kendi ölümünden çok kocası evin deliğinde yapayalnız ve kimsesiz kalacağına içi yanıyordu.
     "Bu dağ başında yapayalnız, kimsesiz yaşlı bir ihtiyar, tek başına nasıl yaşardı? Kim ekmeğini, aşını pişirir." Bunu düşünmek bile içini burkuyordu.Yaşlı kadın hep bunları düşünüyordu.
Kocası evden çıktığı zaman hep aynı şeyleri düşünüyor, anıları bir film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu…
     “Eskiden köy ne kadar kalabalık, ne kadar canlıydı, yaz akşamları, harman günleri, hele güz ayları düğün düğün üstüne olurdu. Kış ayları her akşam bir yerde toplanıp köy yaşlılarınca hikayeler, masallar anlatılırdı. Şimdi köy ıpıssız, bizim gibi bir kaç yaşlı kimsesizden başka kimsecikler kalmadı. Kimileri büyük şehirlere, kimileri avrupa’lara gidip yerleşti. Buraları terk edenler, bir gün geri dönüp gelirler mi bilmem?
     -İhtiyar adam, usulca yaşlı kadının başına dokunup bir öpücük kondurdu alnına: “Gülizar kadınım uyan ben geldim” Değirmende sıra beklemekten eve geç kalmıştı.
     Yaşlı kadın, hafifçe silkinerek gözlerini açtı, yerinde doğrulmaya çalıştı ama doğrulamadı. 
Elinin tersiyle ağzını kapayıp esneyerek: “Ben de seni beklerken uyuya kalmışım. Bu gün bana bir hal oldu.

Durduğum yerde dalıp dalıp gidiyorum”.
     Yaşlı kadın, başını yastığa dayayıp, karşısında ayakta duran ihtiyar adama dalgın dalgın gülümsüyordu. Eliyle yanında yer göstererek: “Otursana canımın direği” dedi.
Karısının biraz daha iyi olduğunu görünce İhtiyar adamın yüzündeki yorgunluk, endişe ve gerginlik geçti. Ama yaşlı kadının yanaklarında ağır bir hastalığın zehrinden yeni uyanmış insanlara mahsus bir solukluk dalgalanıyordu.
     İhtiyar adam, belini tutarak bastonuna dayanıp oturdu yatağın bir ucuna.
     Yaşlı kadının içine bir şeyler doğmuştu sanki.“Bu beraber son gecemiz belki. Belki de son gülüşümüz, son bakışımız, son el ele tutuşumuz. Sıkı tut ellerimi bırakma Ferhat Ali.” Eşinin elini sıkıca tuttu İhtiyar adam…Parmaklarının arasında hafifce okşadı güçsüz ellerini.
“Ne kadar acı çekip, ne kadar çabuk yaşlanıyoruz, ne kadar az yaşıyoruz değil mi Ferhat Ali?.
Çekip giderken kime ve nereye bırakacağız anılarımızı, sığar mı bu daracık yere?” diyordu.
     Dalıp gitmişti yine ihtiyar adam. Kar altında bir dağ köyü gibiydi şimdi anıları, tavana asılıp kalmıştı gözleri. Gözlerini kapattı, duman duman hüzün çöktü üzerine.
Şimdi anlıyordu ki bir kurşun kalem, bir de silgi gerekliydi yazıp yazıp silmek için kanayan yerlerini, bu kısacık ömründe. Yıllarca yazdığı şiirleri Gülizar özenlice saklamıştı. Yine de arada sırada bir şeyler karalamayı severdi.  

     Geç saatlerde yaşlı kadının rengi sapsarı kesilmişti. Göz kapaklarını zar zor açıyordu ve öylece uykuya dalmıştı.
     Sabah bir telaşla uyandı ihtiyar adam, yaşlı kadının nefesini dinledi. Yüreğinden bir şeyler koptu. O kocaman dev gibi adam küçük çocuklar gibi sarsıla sarsıla ağladı.
     “Vay benim kara yazgım vay!… Ne olacak şimdi benim halim! Bu daracık yerde tek başıma ne yaparım, kiminle bölüşürüm anılarımı… Kiminle bölüşürüm acılarımı… Bırakıp gitme beni. Vay benim başıma… Vay ki vayyy… ‘’
……..
     -İhtiyar adam dalıp gitmişti harman yerinde. O arada bir sivrisineğin eline sokmasıyla kendine geldi. Düşüncelerinden sıyrıldı. “Sızlanmayı bırakıp işe bakmalı gayrı, şimdi iş zamanı…” “Çalışmasam bu değirmen dönmeyecek, hem hazır para çabuk suyunu çeker. Zor günlerde elinin altında biraz para olmalı ki, Hasta olursan ilâç paran olsun hiç değilse, ele güne karşı rezil olmayasın.” Deyip kendi kendine konuştu.
      İhtiyar adam derin bir yalnızlık duygusuna kapıldı. Taşlı yolda ayaklarını sürükleyerek dağ yoluna doğru yöneldi. Tasalı bir yürek ve karmakarışık düşüncelerle koca bir dünyada yapayalnızdı artık.
     Sevmişti Gülizar’ını, hiç kimsenin anlayamayacağı, sevemeyeceği , hiç düşünmeden uğruna canını verebileceği kadar çok. Uykularını paylaşmışlardı geceler boyu, uykusuzluklarını.
     Askere gittiğinde hep Gülizar’ını düşlemişti, ışıl ışıl gözlerini nereye gitse, ne yapsa hep yanında taşımıştı. O dünyalara sığmayacak aşklarını küçücük yüreklerine sığdırmışlardı. Hep bir gün kavuşacağı günün hayaliyle avutmuştu kendini. Ayrı geçen her gününü yaşanmamış sayardı.
     Gökyüzü zifiri karanlıkken , zorlu bir dünyada bile onlar hep el ele sevdanın, sevincin içineydi. Hep birlikte olmaktı temennileri, düşleri. Beraber yaşayıp beraber ölmekti.
Hep pembe düşlerle yaşamışlardı, içinde sevginin, saygının bolca olduğu, içinde sadece ikisinin bulunduğu, sakin, sade, gösterişten uzak bir dünyaları vardı.
     Bu kısacık ömürlerinde en güzel geceleri,günleri en güzel sevinçleri paylaşmışlardı.
Sevmeyi, özveriyi ondan öğrenmişti ihtiyar adam. Yüzü gülerken, içinde mutlu olabileceğini öğretmişti ona. Yaşamanın onunla güzel olduğunu göstermişti. Şimdi onsuz yaşamanın ne kadar mutsuz ve anlamsız olduğunu düşünüyordu ihtiyar adam.
     “Hep birlikte olmalıydık biz”, diyordu “öyle güzeldi hayat. Söz vermiştik birbirimize , sözümüzü tutamayacağımızı bile bile. Feleğe söz geçiremedik, her inlediğinde yüreğim hançerlendi benim. Çiçeğimdi o , incinirse boynu bükülür diye dokunmaya dahi kıyamazken, o amansız hastalık halden hale sokmuştu onu.”
     İşte hayat nasıl onları bir araya getirdiyse, öylece ayırmıştı yollarını. Günler günleri kovalamıştı, aylar ayları, yıllar yılları. Ve hasreti her gün biraz daha derinleşmişti. “Acıdır, sonsuza dek koptuğunu anlamak; ama dayanmak gerek, ayağını toprağa basmak gerek yine de”diyordu ihtiyar adam…
     İhtiyar adamın gözleri yaşarmıştı. Günün ışıkları sakalında takılıp bir kaç damla gözyaşını ışıldatmıştı. İhtiyar adam başını kaldırıp güneşin doğuşuna baktı bir süre. Uzakta bir kuş sürüsünün havalanışını gördü. “Uçun” diye geçirdi aklından, gidin dilediğiniz yere. .. Kanatlarınız yoruluncaya dek uçun!…
     Can sıkıntılarını yüreğine doldurduğu acılı günleri yaşıyordu ihtiyar adam. Akşam olurken simsiyah kederler çöküyordu üstüne. İçinde biriktirdiği mutlu yıllardan teselli arıyordu.
     Yürürken Gülizar’ı düşünüyordu ve ihtiyar adam zaman zaman, kendini o mutlu günlerde buluyor, içinde hiç bir acı ve ümitsizlik hissetmiyordu sanki…
     Derin bir göğüs geçirdi; dönüp evine son bir kez baktı ve dönmemek üzere yürüdü Munzur’a doğru…

 

 

(ALINTI)


Sevgililer için 99 Öğüt…

 
1. Sık sık seni seviyorum ve sana ihtiyacım var demeyi unutmayın.
2. Aşk şiiri yazın.
3. Yağmurda el ele yürüyün.
4. Radyodan onun için şarkı isteyin.
5. Ruj ya da traş kremi ile aynaya "seni seviyorum" yazın.
6. Çantasına, cüzdanına ya da yastığının altına küçük aşk notları saklayın.
7. Kahvaltıda kalp şekilli tostlar yapın.
8. Gazetenin kişisel bölümüne aşk notları yazın.
9. Şehir içinde fayton gezintisine çıkın.
10. Sürpriz haftasonu tatili hazırlayın.
11. Sevgilinizin ufak tefek gündelik ev işlerini yapın.
12. Ajandasındaki uzak tarihlere ikiniz için randevular yazın.
13. En sevdiği restorana rezervasyon yaptırın.
14. Gidilecek filmi seçmesine izin verin.
15. Ona ayak masajı yapın.
16. Kalp şeklinde bir kitap ayıracı yapın ve okuduğu kitabın arasına koyun.
17. Romantik müzik CD’si koyun ve dans edin.
18. Sadece ikiniz için sürpriz parti düzenleyin.
19. Sevgilinize pofuduk oyuncaklar alın.
20. Birbirinizin falını okuyun.
21. Birbirinizde en çok sevdiğiniz 10 özelliğin listesini yapın.
22. Bu listeyi göze görünecek bir yere koyun.
23. Onun adını vücudunuza dövme ile yazdırın.
24. İkiniz için bir fotoğraf albümü hazırlayın.
25. Birlikte kampa gidin ve sadece bir uyku tulumu alın.
26. Bir şişede, balonda ya da sandwichte aşk notu gönderin.
27. Sevdiğini bildiğiniz bir çizgi film karakterini taklit edin.
28. Birlikte duş alın.
29. Işıkları loşlaştırıp kanepede tv izleyin.
30. "Özür dilerim" deyip, öpüp barışan taraf olun.
31. Birbirinize masaj yapın.
32. Gün boyunca her saat başı öpüşün.
33. Bir sepet dolusu şirin hediyeler gönderin.
34. Banyo aynasındaki buhara "Senin için deliriyorum" yazın.
35. Kocaman bir kurdele ile yatağınızı paketleyin.
36. Onun benzin deposunu doldurun.
37. 18 yaşında gibi davranın hatta piercing yapın.
38. Sebepsiz yere bir buket çiçekle çıkın karşısına.
39. Birlikte scrabble oynayın, kullanabildiğiniz kadar aşk kelimesi kullanın.
40. Ona köpük banyosu hazırlayın, etrafına mumlar yakın.
41. Parkta piknik yapın.
42. El ele tutuşun.
43. Evde mum ışığında romantik bir yemeğe giden yolu gül yaprakları ile donatın.
44. Bir hayır kurumuna sevgiliniz adına bağış yapın.
45. Onun kıyafetlerini yerden kaldırın ve ona bu konuda hiç birşey söylemeyin.
46. Eski siyah beyaz filmlerden seyredip patlamış mısır yiyin.
47. İlk randevunuzu yeniden yaşayın.
48. Bir oyun ya da maç bileti alarak ona sürpriz yapın.
49. Beklenmedik bir anda onu kucaklayın.
50. Üzerinde hiç düşünmeden, ani bir hediye alın.
51. Sadece "Seni düşünüyorum" demek için mail gönderin.
52. Eve kocaman bir balon buketi getirin.
53. Kahvaltısını yatağa götürün.
54. Yılbaşı ağacı için ikinizin resmi olan bir süs hazırlayın.
55. Elim sende oynayın.
56. Arabasını yıkayın ve konsoluna aşk notu bırakın.
57. Birlikte bir çiçek dikin.
58. Telesekreterine sevimli bir mesaj bırakın.
59. Bir geceliğine otelde kalın.
60. Karın üzerine melek resimleri çizin.
61. Her "merhaba" ve "hoşçakal" ı kucaklayarak ya da öperek mühürleyin.
62. Şehir dışına doğru kısa bir araba gezintisine çıkın.
63. Geceyi yıldızları seyrederek geçirin ve birlikte dilek tutun.
64. Yer ya da mekan umursamadan ara sıra ona göz kırpın.
65. Birlikte komik hayvan isimleri düşünün.
66. Birbirinize şiir okuyun.
67. Doğumgünlerinizi birlikte kutlayın.
68. İkinizin güzel bir resmini cüzdanınıza koyun.
69. En sevdiği kitabı ya da CD’yi sebepsiz yere ona hediye edin.
70. İş yerine şeker, yiyecek, resim ve aşk notları ile dolu bir moral paketi gönderin.
71. Bir gece dışarı çıktığınızda insanlara balayında olduğunuzu söyleyin.
72. Kırda yürüyüşe çıkıp birbirinizin baş harflerini ağaca kazıyın.
73. Sizin için yaptığı ve sizin sıradan kabul ettiğiniz herşey için küçük teşekkür notları yazın.
74. Şömineyi yakın ve şeker pişirin.
75. En sevdiğiniz TV şovunu kaydedin ve geceyi konuşarak geçirin.
76. Bulaşıkları birlikte yıkayın, sonra birbirinizin ellerine krem sürün.
77. Ona bir aşk mektubu yazın, sonra da onu yap boz parçaları gibi kesin.
78. Gizli işaretler belirleyin ve kalabalık içindeyken bunları kullanın.
79. Takviminize sadece ikiniz için hafta ortasırandevusunu düzenli olarak işleyin.
80. Çamaşırları birlikte yıkayın.
81. Romantik Tiyatro: Haftasonu birbirinizin en sevdiği romantik sahneleri canlandırın. Cumartesi sizin, Pazar onun günü olsun.
82. Onu işyerinden arayın ve randevu isteyin.
83. Sanki birbirinizi bir aydır görmüyormuş gibi davranın.
84. Özel birşeyler yapmak için yazılı davetiye gönderin.
85. Birbirinize kitap okuyun.
86. Penceresinin önünde durun ve romantik bir şarkı söyleyin.
87. En sevdiği şekeri montunun cebine saklayın.
88. Sesinizi kaydettiğiniz bir kaseti arabasındaki teybe yerleştirip açık bırakın ki arabayı çalıştırdığı anda çalmaya başlasın.
89. Açık hava sinemasına gidin.
90. İkiniz de yatağa girdikten sonra açık kalan ışığı söndürün.
91. Fırtına çıktığında birbirinize sıkı sıkı sarılın.
92. Ölümsüz aşkınızı telgraf ile açıklayın.
93. Romantik bir yemek hazırlayın ve en iyi porselenlerinizde servis yapın.
94. Boynuna kocaman bir öpücük kondurarak onu şaşırtın.
95. Beklenmedik iltifatlar yapın.
96. Bir külah dondurmayı paylaşın.
97. Salonun ortasında piknik yapın.
98. İkinizin aptal bir fotoğrafını çekin ve çerçeveletin.
99. Okuduğu derginin içine aşk kartları saklayın!
 
 
(ALINTI)